KAYBOLDUĞUNU
KABUL ETMEK
“Kaybolduğunu
kabul edenin, kulesi içindedir…”
Emrah
AKÇAY
Bir zamanlar pilotaj eğitimindeyken
elenen bir arkadaşımdan dinlemiştim. Eğitim esnasında yalnız başına uçmaya
başlayan yani yalnıza kalan pilot adayları ilk başlarda GPS gibi elektronik
aletler yardımıyla değil, görerek ve yön duyguları ile içgüdülerine güvenerek
yönlerini bulurlar ve görevi tamamlamayı müteakip piste geri dönerlermiş. Bu
göründüğünden daha zor bir eğitimmiş çünkü alçaktan uçtukları için yer daha
hızlı bir şekilde altlarından kaymakta ve bazen yön tespitine yarayacak bir
nirengi noktası bulmak oldukça meşakkatli bir iş olmaktaymış. Emercensi
(emercency) dedikleri acil durum eğitiminin bir kısmı da bu yön bulma olayı ile
ilgiliymiş. Pilot adayı uçuş esnasında, eğer yönünü kaybeder de pistin yerini
bulamazsa uygulaması gereken bir sıra prosedür öğretilirmiş. Yönünü
kaybettiğini anlayan ve yakıtı tükenmeye başlayan pilot adayının önce
kaybolduğunu kabul etmesi lazımmış. Kuleye “kayboldum” şeklinde bir çağrı
gönderdiği zaman kule kendisini radar yardımı ile yönlendirir ve salimen uçağı
piste indirmesini sağlarmış. Ancak kaybolduğunu kabul etmezse bu prosedür bir
süre daha başlamazmış. Uzun sözün kısası; bu arkadaşım kulenin çağrılarına
rağmen kaybolduğunu hiç kabul etmemiş çünkü pilotluktan elenmekten korkmuş,
ısrarla kaybolmadığını beyan etmiş. Fakat öyle bir kaybolmuş ki uçağı İzmir/Çiğli
yerine uygun olmayan başka bir piste indirmiş, doğal olarak da pilotluk hayatı
orada sona ermiş..
Bu örneği hayatımıza nasıl uyarlayarak
bir ders çıkarabiliriz? Kaybolan pilotla nasıl bir bağlantımız olabilir? Birkaç
örnek verildiğinde konu daha net bir şekilde anlaşılacaktır.
Sigara tiryakilerini ele alalım.
Tiryakilerin birçoğu bağımlı olduklarını kabul etmezler, aslında istedikleri
zaman sigarayı bırakabileceklerini beyan ederler. Hepsi de vaktiyle birkaç gün
ya da hafta sigarayı bırakmışlardır ancak yerine ikame edecek bir şey
bulamadıkları için bırakmamışlardır. Velev ki bağımlı olduklarını kabul
etsinler; beyin yeni oyunlar bularak yeni mazeretler üretmekte gecikmeyecektir.
Bu defa da aslında sigarayı çok sevdiklerini, sigarayı gerçekten içmek
istedikleri için içtiklerini anlatacaklardır. Sigarayı bırakmayı hiç
düşünmemişlerdir. Kimisi light sigara içmektedir ve fazla zararı yoktur. Kimisi
zaten az içmektedir. Velhasıl herkesin beyninde hazır bir takım mazeretler
mevcuttur, ama gerçekten bırakmak isteyip de bırakamayan oldukça az sayıdadır
(!).
İlişkiler de böyledir. Kimi evlenemez,
çünkü bekârlık tam da ona göredir. Kendisine kendisi bile tahammül
edememektedir. Bir başkası nasıl tahammül edecektir. Kimisi renkli hayatını
bırakmak istemez, kimisi bir erkeğin ya da kadının kahrını çekmek istemez. O
tek başına yaşamak için yaratılmıştır. Özgürlük insanıdır, vs, vs. Her türlü
mazereti beyninde kalıplar halinde hazırdır, sadece ileriye dönük bir ilişkinin
sorumluluğunu almaya cesaret edememiş kişi sayısı yine oldukça az gibi
görünmektedir.
Ya obezite? Bir defa adam şişman ve
mutludur, kime ne? Zaten bütün şişmanlar
mutlu ve pozitiftir. Şişman ve mutlu olmayı, zayıf ve mutsuz olmaya tercih
eder. Su içse kilo almaktadır. Hatta suyun kalorisi sıfır olmasına rağmen kilo
almayı başarmaktadır. Kemikleri kalındır. Evlenen herkes zaten kilo almaktadır.
Otuzu geçtin mi kilo almak kaçınılmaz olduğu gibi, geri vermek neredeyse imkânsızdır.
Doğum kilolarını bir türlü verememiştir (çocuk ilkokula başlamasına rağmen!). Spor
yapmaya hiç vakit olmaz. Hâlâ o mucize ilacı bulamamıştır ki birkaç günde hapı
yutup kilolardan diyetsiz sporsuz kurtuluversin. Daha neler neler.
Bunu alışkanlıkların her alanına
uygulayalım, her yerde beynin benzer oyunlarına rastlayabiliriz. Çünkü alt beyin
alışkanlıklar ile yolunu bulmaya meyyaldir. Dünya ne kadar değişken, ne kadar
tehlikeli, ne kadar anlık ise, alt beyin (limbik sistem) hayatta kalma şansını
arttırmak için o kadar alışkanlıklara güvenmek zorundadır. Beyin hayatı kalıcı
tutmaya çalışır, bunu için de alışkanlıklar geliştirir. Bir alışkanlığın
beyinde oluşabilmesi için snaps dediğimiz beyin hücreleri arası veri akışını
sağlayacak bağlantı yollarının oluşması gerekir. Snaps ne kadar ince ise
alışkanlık o kadar azdır, iki günde spor yapmaktan bıktığınızı ve bırakmak için
beyninizin ne mazeretler uydurduğunu düşünün. Her zaman sol bileğinize takılı
olan saatinizin sağ bileğe takıldığında ne kadar eziyet verdiğini, nasıl ağır
geldiğini düşünün ve bunun nasıl eski kolunuza geri dönmek için çabaladığını
hayal edin. Bilim adamları bunların hepsinin sebebini zayıf ya da hiç olmayan snapslar
olarak belirlemişlerdir. Bir snapsin oluşması için gerekli olan süreyi NLP
(Neuro Linguistic Programming) ile uğraşanlar 21 gün olarak belirlemektedirler.
Bunun anlamı, bir alışkanlığın kişide oluşması için 21 gün aynı şeyi yapması
gereğidir. 21 günden sonra artık her geçen gün o snaps kalınlaşır ve alışkanlık
daha kalıcı bir hal alır. Buna sigara alışkanlığını da sayın, bir kişiye olan
alışkanlığı da ya da spor alışkanlığını da.
Tüm bunları neden anlattım? İşte biz
bu alışkanlıkların girdabına kapılmış giderken, kendi içsel yolculuğumuzda
yolumuzu bulmamız, aynen o pilot adayı örneğinde olduğu gibi olanaksızdır.
Hayat hızla altımızdan kayıp giderken, bizim bir nirengi noktası yakalamamız
mümkün görünmez. Oysa içimizdeki kule durmadan sinyallerini yollar:”Kayboldun
mu dostum?” Beynimiz, aynen havaalanının kulesi gibi milyarlarca veriyi aynı
anda işleyip sonuçlar çıkarabilir. Olağanüstü ve mucizevî bir kapasitesi
vardır. Yaşadığımız medeniyeti kuran beyni düşünün. Dünyanın en güçlü
silahıdır. İşte bu kule bizi hep havaalanına, yani başladığımız noktaya dönmeye
çağırır. Sigaraya hiç başlamadığımız ve bir anlamda (örneğin koku alma duyusu)
süpermen olduğumuz günlere. Obez olmadığımız, eğilip ayak parmaklarımıza
dokunduğumuz günlere. Hareketli olduğumuz günlere. Kule bize seslendikçe ona
yanıt veririz:”Hayır, kaybolmadım”. Kaybolmadım dediğimiz işte tam da yukarıda
saydığım mazeretlerin metaforudur. Pilot adayı elenme korkusuyla bunu yaparken
biz ise başarısız olma korkusuyla bunu yaparız. Çünkü bizim kültürümüzün içsel
yolculuk macerası çok gerilerde kalmıştır. Çünkü bizde yolculuğa, gidiş yoluna
puan verilmez, çekilen cefa kutsanmaz. Üniversiteyi kazanırsın ya da
kazanamazsın. Sınavdan tam not alırsın ya da alamazsın. Golü atarsın ya da
atamazsın. Çocukluktan gelen böylesi bir şartlanma bizi içsel yolculuğa
çıkmaktan caydırır. Zorlayıcıdır çünkü o yol. Harpte ikinciye ödül yoktur. Ya
başaramazsa.
İletişim kurmak dediğimizde basmakalıp
“kaynak-mesaj-kanal-alıcı” formülü hep alıcı olarak ikinci bir şahsı bulmaya
bizi yönlendiriyor. Oysa kendi benliğimizle yani içimizdeki uçuş kulesi ile
iletişim kurabilmemiz öylesine önemli ki. Bugünden itibaren artık bahaneler
bulmaktan vazgeçelim. İçimizdeki kule ile iletişime geçelim. Önce
kaybolduğumuzu kabul edelim. Bırakalım içimizdeki kule işini yapsın, radarda
bizi bulsun ve pisti bulmamızı sağlasın. İniş hatalı mı oldu, olsun, içsel
yolculuk böyledir işte. Hata yaptıkça bizi güçlü kılar. Bir şans daha verelim
kendimize, bir daha, bir daha. Yeter ki mazeretler uydurmaktan vazgeçelim ve o
coşkulu yolculuğa kendimizi kaptıralım. Kaybolduğunu kabul edenin kulesi
içindedir. Duruyor musunuz hala?
EMRAH
AKÇAY
Eyvallah! Bir de bütün kulelerin ortak sesi yani tek bir nirengi noktası olan büyük kuleyi de kaçırmamak lazım vakit gelmezden evvel dostum.
YanıtlaSil