StatCounter

25 Mayıs 2014 Pazar

Toplumsal Yalan

Geçtiğimiz günlerde, yazar ve aktivist Yonca Tokbaş ile internet üzerinden kısa bir sohbet yaptık. Soma faciası daha yeni olmuştu ve şirket sahibi ile yetkilileri akıllara ziyan bir basın toplantısı ile halkın ve basının karşısına çıkmışlardı. Enteresan açıklamalar birbirini izledi ve doğruluğu tartışmalı açıklamaların tespiti için bir yalan tespit uzmanı olmak aslında gerekmiyordu :) Yonca Hanım, toplum olarak ne yöne sürüklendiğimiz, nasıl kolayca yalan söyleyebildiğimiz ve çocukları yalana nasıl alıştırdığımız konusunda bazı sorular yöneltti. Ben de bir mail yazarak kendisine gönderdim ve sorularına aklım ve dilim yettiğince cevap vermeye çalıştım. Sanırım cevaplarım ilgisini çekmiş ki bir köşe yazısını buna ayırdı. Kaçıranlar ve okumak isteyenler bu linkten bir göz atabilir:


İnsan nasıl vicdansız ve kolay yalan söyler hale gelir?






Yazdıklarım üzerine konuşmayacağım, çünkü makalede uzun uzun aktarılmış. Ancak devamında gelen bir girdiyi paylaşmak isterim. Bu yazıdan sonra bir dostum ile sohbet ediyorduk. Kendisi bana yaşadığı bir olayı anlattı. İki arkadaş uçakla ülkeye dönerken, uçak Frankfurt havalimanında aktarma yapıyor. Bu nedenle havalimanında dört saat beklemek zorunda kalıyorlar. Havaalanından metro ile şehre gidiyorlar. Anlattığına göre (daha sonra teyit ettim), metro girişinde turnikeler ve doğal olarak bunu kontrol eden güvenliktiler yok. Bir bilet otomatı var, binmek isteyenler buradan bilet alarak doğrudan trenlere gidiyorlar. Bahsettiğim arkadaşlar da bilet alarak şehre gidiyorlar ve dolaşıyorlar. Ancak bir şekilde dönüş için paraları kalmıyor ve bilet alamıyorlar. Biletsiz binmenin bir sorun yaratıp yaratmayacağını merak ediyorlar ve orada karşılaştıkları genç bir Alman'a, eğer metroya biletsiz binerlerse bir sorun çıkıp çıkmayacağını soruyorlar. Alman'ın cevabı bizim için tuhaf olabilir ancak o son derece doğal bir biçimde yanıtlıyor onları: "Biletsiz metroya binemezsiniz ki!"




Bence Yonca Hanım'ın sorduğu sorunun yanıtlarından en önemlisi burada yatıyor: Toplumsal bilinci dürüstlüğe programlamak. Gencin matematiksel çalışan Alman zihni, kendi içinde son derece tutarlı. Metroya ancak biletle binilebilir ve biletin yoksa binemezsin. Bunun için turnikeye filan gerek yok, adam zaten kafasında konuyu çözmüş. Dahası, bunu zihninde hiç sorgulamıyor. Konuyu anlattığım bir yakınım ise, Almanya'da yaşadığı ve maddi zorluklar çektiği dönemde, metroyu uzun bir süre para vermeden kullandığını anlattı. Demek ki bizim zihnimiz farklı çalışıyor: Metroya git, turnikeyi kontrol et, güvenlikçiyi kontrol et, eğer kimse yoksa, paran da yoksa, ya da ödemek istemiyorsan, hatta bekçisi olmayan bir sisteme para vermek enayilik gibi geliyorsa basıp geçebilirsin. Bizde parametre çok. İşin acı tarafı, Saraybosna'daki tramvayda da turnikeler söz konusu değildi. Doğrudan biniliyordu ve bileti okutacak bir sistem yoktu. Arada bir kontrol oluyordu ama ben şahsen altı ayda bir kez bu kontrole denk geldim.


Benzer bir olay benim de başıma geldi. Afganistan'da görev yaparken, karargahta İsveç'li bir arkadaşım vardı. Sözleşmeli bir subaydı, yani başka bir işi vardı ama dönem dönem devleti onu subay olarak işe alıyor, bir yurt dışı görevinden sonra geri bırakıyordu. İzin kullanmak için memleketine gidecekti ve THY'den bileti alınmıştı. Uzun bir uçuş olacağını, yolda biraz alkol alarak rahatlayabileceğini söyledim. Bana, ordu mensuplarının bu gidiş ve gelişlerde alkol almalarının yasak olduğunu söyledim. Sivil bir uçaktı ve sivil olarak yolculuk yapıyordu. Kendisinden başka yolculuk eden asker olup olmadığını sordum, belki diğerlerinin problem yaratabileceğinden şüpheleniyor olabilirdi. Hayır, dedi, yalnız gidiyorum. "EEE!" dedim, o benim tepkimi anlamadı ve boş gözlerle baktı "Ama yasak!".




Önemli olan toplumu doğru kodlayabilmek. Kırmızı ışık eğer gecenin üçünde bile yansa ve bir allahın kulu olmasa da bekleyeceğini kafaya kazımak. Bizim gibi karmaşık (bize göre pratik) düşüncelerden uzaklaştırmak :"Işığa geldin, kırmızı mı, yoksa hala sarıdan kırmızıya mı geçiyor? Peki başka bir arabaya çarpma ihtimalin var mı (yayayı saymadım özellikle)? Peki kamera var mı, polis var mı? Hiçbiri yok mu? Ne duruyorsun o zaman birader, geçsene !"


Sorun bizim kodlamalarımızda yatmaktadır. Sorun, binyıllar evvel yerleşik düzene geçmiş ve medeniyet kurmuş bir toplum yapısı ile bizim göçebe toplum yapımız arasındaki farktan kaynaklanmaktadır. Göçebe toplum dediğimiz en fazla elli-altmış kişiden oluşur. Akrabadır. O yüzden herkes kendi kabilesini bilir. Kalıcı değildir, geçicidir. Çadırda kalır, kalıcı bir şey yapmak zorunda değildir. Toplum olmadığı için yerleşik kuralları yoktur. Yaşadığı an onun için önemlidir. Bulunduğu yerin kaynakları onundur. İstediği kadar sömürebilir, yarın orada olmayacaktır çünkü. İşte o yüzdendir kaçak avla başa çıkamamamız, çevreyi koruyamamamız, kurallara karşı sorunlarımız, "Kervan yolda düzülür" kolaycılığımız, plansızlığımız, adam sendeciliğimiz.






Çok uzatmak istemem, aklımdakileri paylaşmak istedim sadece. Bunlar elbette benim kişisel görüşlerim, yaşadıklarımdan çıkarımlarım. Çocuklarımızın zihnini doğru kodladığımızda, ama en önce kendimiz örnek olmayı başardığımızda, toplumsal kandırmacanın önüne geçebileceğimizi düşünüyorum.