Bu günlerde en fazla duyduğumuz kavram muhtemelen “sosyal
mesafe” kavramı. Sürekli duyduğumuz, sürekli gündeme gelen ama bir türkü
başaramadığımız “sosyal mesafe” ya da benim tabirimle “sosyal mesafesizlik”. Google’da
yapılan aramalarda 15 Mart itibariyle artış da son derece belirgin değil mi?
Sosyal mesafe kavramı askında benim üzerinde çalışmalar ve
yayınlar yaptığım sözsüz iletişim kavramları arasında. Proksemiks denilen,
sözsüz iletişimin “yakınlık kavramları” içerisinde yer alıyor. Sözsüz
iletişimde neredeyse her şeyin bir mesajı vardır, tabii ki bunları
okuyabilenler için. O nedenle mesafelerin de bir anlamı elbette vardır. Sosyal mesafe
1.5-2 metreden başlayıp 3.5 metreye kadar uzanan etrafımızda oluşturmak
istediğimiz bir alandır. Bu alan gün boyu diğer insanlarla yaptığımız etkileşimlerde
korumak istediğimiz görünmez bir balon gibidir. Eve gelen tamirci, konuştuğumuz
eczacı, iş için gelen birisi, yolda rastladığımız tanıdık hep bu mesafenin
içinde kalmalıdır. Peki, bu mümkün mü? Elbette çok zor.
Önce hayvanlar dünyasına bakalım. Hayvan biyoloğu Heini
Hediger hayvanları temaslı ve temassız hayvanlar olarak ikiye ayırır. Temaslı hayvanlar
birbirlerine yakın yaşamaktan hoşlanırlar. Yarasalar, denizayıları,
hipopotamlar, domuzlar, muhabbet kuşları ve kirpiler gibi. Temassız hayvanlar
ise birbirlerine uzak yaşamayı tercih ederler, atlar, köpekler, kediler, misk
fareleri, şahinler ve martılar gibi. Temaslı hayvanlar iç içe yaşamayı tercih
ederler ve kalabalıktan rahatsız olmazlar. Oysa temassız hayvanlar kişisel
alanlarının azaldığını hissettiklerinde strese girerler ve sayı çok artarsa
doğal ölümler gerçekleşir.
Hayvanlar bile böyleyken, insanların bu konuda
farklılaşmamaları mümkün değildir. Bazı kültürler birbirlerine hayli
mesafelidir. Ülke bakımından da, aynı ülkenin içerisindeki farklı kültürler
bakımından da fark eder. Örneğin Balkan muhacirleri birbirlerine hayli mesafeli
yaşarlar. Bahçe duvarlarından bile anlaşılır bir durumdur bu. Karadenizliler keza
mesafeli yaşamları tercih ederler. Gidin Karadeniz köylerindeki mahalle
kavramını inceleyin hemen anlaşılır. Oysa Anadolu kültürü mesafe tanımaz. Doğu
kültürü de böyledir. Yakın mesafeden etkileşime gireriz biz. Birbirimize temas
etmeyi severiz. Erkekler bile karşılaştığında birbirlerini öpmeseler de kafa
tokuştururlar. Almanya’da tuhaf kaçsa da, Türkiye’de iki erkek kol kola
muhabbet ederek yürüyebilir. Mutlaka sarılırız. Avrupa’nın pek çok ülkesinde
banka sırasında önünde bekleyen ya da işlem yapanla aranda en az iki metre bırakmazsan
rahatsız edersin onu ve muhtemelen tepki görürsün. Oysa biz adamın ne işlem
yaptığını izler, hatalı yere basarsa hemen müdahale ederiz. Marketlerde dip dibe
bekleriz. Sıradan bir Amerikalı eğer kazara sizin önünüzden geçmişse çok mahcup
olur, muhtemelen özür diler. Oysa biz kafamıza göre atlar önünden geçer, bir de
gözümüz keserse pişmiş bir şekilde sırıtırız.
Tüm bunları bir araya getirdiğinizde zaten neden bizde bu
sosyal mesafe kavramının bu hastalığa rağmen oturmadığını ve o mesafeyi bir
türlü sağlayamadığımızı da anlayabiliyoruz. Sosyal mesafe kavramı bizim
genetiğimize henüz işlememiş bir kavram. Sürekli sağ bileğinizde taşıdığınız
saatinizi bile sol bileğinize taksanız, beyin 21 gün boyunca direniyor bununla.
Basit bir saat. Biz nesiller boyunca anlaşılamamış bir sosyal mesafe
kavramından bahsediyoruz ki, bu kavramın oturması böyle birkaç kamu spotu,
hatırlatmalar ya da dronlardan anons etmelerle hallolacak gibi görünmüyor. Sonuç
bir anda unutulan mesafeler, açlık korkusu ile iç içe geçmiş insanlar ve “sosyal mesafesizlik” olarak ortaya
çıkıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder