Her
cinayet bir iz bırakır düşünen insanın beyninde. Habil ile Kabil’in kötü mirası
bir kez daha kendini tekrarlamıştır. Yine bir insan evladı, kendi cinsinin
kanına girmiştir. Meslek itibarıyla birçok cinayet gördüm, tanık oldum. Her
cinayetin ardından, bunu işleyenin sebebini hep merak etmişimdir. Kimi zaman
bunu öğrenebildim, kimi zaman bir muamma olarak kaldı. Fakat bu kez bir
değişiklik yapmak istiyorum. Kocası tarafından katledilen ve katledilen
kadınların simgesi haline gelen Ayşe Paşalı’nın basında sıkça yer alan ve
ölümünden kısa süre önce çekilmiş fotoğrafları üzerinden cinayetin izlerini
takip etmek, katil kocanın beyin kıvrımlarına dokunmak ve bu meyanda Sözsüz
İletişimde yönelme ve uzaklaşma konularını izah etmek istiyorum.
Yukarıdaki fotoğrafı çok iyi
incelemenizi ve insan ilişkileri açısından yorumlamanızı istiyorum. Aslında
fotoğraf son derece açık ve net. Bu fotoğraf bildiğim kadarıyla, AyşePaşalı’nın
öldürülmesinden kısa bir süre önce, kocasından yediği bir başka şiddetli
dayağın ardından karakolda ya da mahkeme salonunda çekildi. Katil İstikbal Yetkin’i
inceleyin. Yönü nasıl, nereye yönelmiş. Başı ne durumda? Dik mi, yatık mı? Öne
doğru mu eğilmiş, geriye mi kalkmış? Ağzını inceleyin. Açık mı, yoksa öfkeyle
sıkılmış mı? Kolu nerede, hangi istikameti gösteriyor? Ne kadar mesafede?
Duruşu size ne anlatıyor? Eğer fotoğrafın altına konuşma balonu koymanız
gerekse katilin ağzından ne yazardınız?
Şimdi de Ayşe Paşalı’nın
duruşunu ve yüz ifadesini inceleyin. Nereye yönelmiş yani göğsü hangi istikameti
gösteriyor? Eski kocasını mı, yoksa farklı bir istikameti mi? Baş istikameti ve
gözlerinin baktığı istikamet vücudunun yönelmesi ile uyumlu mu?
Baş ve vücudu eski kocasına
doğru mu yoksa geriye doğru mu eğimli? Kaşlarına ve gözlerine bakın, ifadesi nasıl?
Öfkeli mi, sakin mi, boş vermiş mi, ilgisiz mi? Kaşları havada mı, yoksa
aşağıda mı? Göz kapakları yukarıda mı, yoksa aşağıda mı? Dudaklarını inceleyin,
kısık mı, bastırmış mı, kenarları nereyi gösteriyor? Şimdi fotoğrafın genelini
inceleyin, size ne anlatıyor, fotoğrafın iletişim ya da ikili ilişkiler
bağlamında bir haber ya da fotoğraf altı yazacak olsaydınız neler yazardınız?
Aslında prensip olarak bir
ya da iki kare fotoğraftan hareketle sözsüz iletişim mesajlarını okumaçabasına
karşıyım. Sözsüz işaretler bir bütün halinde incelenmeli ve kişilerin
hareketlerinin normali tespit edilmeli ve bunun üzerinden yorum yapılmalıdır.
Zaman zaman televizyon programlarına davet edilen iletişim ya da “Beden Dili”
uzmanlarına rastlıyorum. Adamlara bir dizi fotoğraf gösteriyorlar ve bunu
yorumlamalarını istiyorlar. Ben buna “Beden Dili Büyücülüğü” adını koydum.
Aslında yaptıkları şeyin anlamsızlığının kendileri de farkında. Varılan
yargıların bilimsel olmadığı da aşikâr. Ancak artık televizyona çıkmış
bulundukları için bir şekilde uzmanlar(!) da buna uymak zorunda kalıyorlar.
Sonuç manasız sayıklamalar olarak ortaya çıkıyor.
Fakat bu fotoğraftaki durum
farklı. Ayşe PAŞALI olayını çok yakından izledik. Göz göre göre ölüme gidişine
bir anlamda çaresizce baktık. Mevzuatın ne kadar yetersiz kaldığını gördük[1]. Akabinde kadın
örgütlerinin sahip çıkışını ve bu olayı simgeleştirmelerine, çocuklarının
isyanına ve mahkeme sürecine tanıklık ettik. Yani fotoğrafın ve kişilerin
yabancısı değiliz. Bu nedenle fotoğrafları üzerinden yorum yapmakta bir sakınca
görmüyorum ya da en azından çok hatalı sonuçlar çıkacağını düşünmüyorum.
Beynin
Donma-Kaçma Yaklaşımı
“Bilinçli
olsun olmasın, beynin tüm davranışlarımızı kontrol ettiğini anlamamız kritik
önem ifade etmektedir. Bu öncül nokta, sözel olmayan iletişimi anlamak
açısından temel unsur olarak görülebilir” (Navarro, Karlins, 2008). Bu esastan hareketle, sözsüz iletişimi
kavramak için öncelikle beynin yapısını bizi ilgilendiren esaslar dâhilinde
incelemek gerekir. Bizim iletişim işareti olarak algıladığımız her şey, beyin
tarafından üretilmektedir.
İnsan
beyni üç bölümden oluşmaktadır: Beyin sapı (Sürüngen Beyni), Limbik sistem
(Memeli beyni ) ve Neokorteks (İnsan beyni) (Navarro, Karlins, 2008, Joseph,
1998). Bu bölümler arasında Limbik beyin açlık ve susuzluğu gözleyerek
giderilmesini sağlar ve zevk, öfke, korku ve mutluluk gibi duyguların yaşanması
ve ifadesinden, sosyal-duygusal iletişim isteğinden sorumludur (Joseph, 1998).
Amigdala, limbik
sistemin bu büyük çekirdeğinin önemli bir rolü vardır. Duygular bilinçaltında
anılar ve limbik sistemin çalışması ile şekillenir. Amigdala, bilinçsiz
duygusal
durumlar ve tecrübeler üreterek geliştirir. Esas işi çevreden gelen korkutucu
ya da psikolojik olarak zarar verici verileri tanımlayarak size “kaç ya da
savaş” mesajını vermektir (Hortsman, 2009). Bu sistem kalbinizi, damarlarınızı
ve tükürük bezlerinizi harekete geçirir ve bu sizin kontrolünüz altında
değildir. Acil bir durumda, vücut sizin bu durumla baş edebilmek için, kısa bir
süre içerisinde kaslarınıza ve dikkatinizin her bir damlasına ihtiyaç
duyacağınızı hesap eder, buna uygun ani tedbirleri alır (Herbert, 2007). Bu
tepiler bizim milyonlarca yıllık evrimimizden getirdiğimiz özelliklerdir. İlk
insanların hayatta kalması, limbik sistemin geliştirdiği stratejiler sayesinde
mümkün olmuştur. Bu strateji ölümcül bir durumda vücudun donma tepkisini
devreye sokmasıdır. Hayvanların birçoğunun harekete tepki verdiği dikkate
alındığında bu tepki hiç de anlamsız değildir (Navarro,Karlins, 2008). Eğer
donmak yeterli değil ise aynı sistem kaçma ya da savaşma mesajını vermektedir.
Ancak
günümüzün modern dünyasında kaçmak için her zaman ölümcül bir tehdidin olması
gerekmez. Nereye kaçacaksınız? Daracık evlerde yaşıyoruz. Benim çalıştığım
odada on kişiden fazla sayıda iş arkadaşıyla çalışıyoruz. Otobüste bu akşam dip
dibe yolculuk yaptık. Nereye kaçabiliriz. Ofiste sevmediğim bir adam olsa ve
yasal zorunluluklar benim kavga etmemi engellese ne yapabilirim? Donma hareketi
de saçma olabilir. Üstelik ne mesaj vereceğim böyle? Ne yapıyor bu adam
demezler mi saksı gibi dururken?
Modern
dünyanın insanları eğer bir şeyden kaçamıyorlarsa durdukları yönü değiştirirler.
Bu aslında bebeklerin istemedikleri zaman memeden yüz çevirmeleriyle başlar.
Kaşıktan yüz çevirme ile devam eder. Konuşmasını bilmeyen bir çocuk daha nasıl
anlatabilir ki kendini? Hareket kalıcı bir hal alır. Böylece başı iki yana
sallamak da, geriye atmak da hayır anlamlarına gelir. İnsan ilgisiz olduğu ya
da istemediği şeye ya da kişiye ardını döner, onu da beceremezse yüz çevirir.
Ayşe Paşalı’nın o
bilindik fotoğrafına bir kez daha bakalım. Ne görüyoruz? Ben iki olgu görüyorum.
Artık tamamen ilgisini kaybetmiş, adamdan ebediyen kopmuş, adamla bir ilgisi
kalmamış belki artık nefret bile etmeyen bir kadın. Bir de bu kopmayı hiçbir
şekilde hazmedemeyen, o ilgiyi (nefret de olsa) yeniden kazanmak isteyen, bu
isteğini kadına eğilmiş gözleriyle birlikte yalvararak gösteren bir adam. Adam
diyoruz, kalıp, saç rengi, yaşlanmışlık böyle gösteriyor ama aslında gördüğümüz
küçük bir çocuk. Birçoğumuz gibi. Annesi tarafından alabildiğine şımartılmış,
yaptığı her hatadan sonra kucaklanmaya ve bağışlanmaya, asla terk edilmemeye
alışmış küçük bir oğlan çocuğu. Bunca yıllık kolluk tecrübesine ve iletişim alt
yapısına dayanarak şunu söylemeye kendimde hak görüyorum: Bu kadınlar geri
dönmemek üzere terk edildikleri an katlediliyorlar. Bir düşünün. Fedakâr kadın
aile korkusu, çocuklarını düşünmesi ve belki içinde kalan bir parça sevgi
kırıntısı ile eve dönmeye her seferinde ikna oluyor. Yaramaz koca her seferinde
affediliyor. Çocuksu ruhu tatmin ediliyor. Sonra tekrardan fiziksel ve ruhsal
şiddet başlıyor. Ama öyle bir an geliyor ki kadın ipleri tamamen kopartıyor.
Erkek küser, geri döner, defalarca hem de. Ama kadın bir kez tamamen
koparttığında onun artık geri dönüşü yoktur. Biz erkekler bunu çok iyi biliriz.
Adam ne zaman ki bunu anlıyor, işte o zaman içindeki hayvan uyanıyor, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu kadını öldürüyor. Bu bence böyle.
Yoksa hayatı boyunca cinayet işlememiş, belki sabıkası dahi olmayan insanların
cinayet işlemesini nasıl açıklayabiliriz ki? Fotoğraftaki Ayşe Paşalı artık kocasını
tamamen silmiş bir kadındır, hem de bir daha geri dönmemek üzere.
Fotoğraftaki
adam da bunu çok net bir şekilde anlamanın ıstırabını ya da çaresizliğini
yaşayan adamdır. Haddimi aşarak bunu bir kademe daha ileri götürmem gerekirse,
bu adamların hepsi de o kadınları hastalıklı bir şekilde sevdikleri ya da
alıştıkları için öldürmektedirler. Bir de ikinci fotoğrafa bakın. Adamın kolu
nerede duruyor? Sahiplenmeyi görebiliyor musunuz? Ağlayan, acı çeken kadının
yanındaki duruşu bir kez görün. Kadını nasıl koltuk altı hizasında tuttuğuna
bir bakın. Sanki o morlukların müsebbibi kendisi değilmiş de kadını koruyormuş
gibi değil mi? Hastalıklı ruhu şimdi daha iyi görebiliyor musunuz?
Benim babam küçük bir çocukken annesine
kızdığında kendisini sırt üstü yere atarmış. Kafasının arkası hep yaralıymış o
yüzden çocukluğu boyunca. Özünde hala da o çocuk ruhunu (!) kaybetmiş değil.
Ben bu davranışı kadınlarını öldüren düşünceden farklı görmüyorum. Erkek
çocukluğunun yıkıcı tezahürleri. Ben uzun zamandır, bu fotoğrafı her gördüğümde
bu yazıyı yazmak istedim. Bunu aslında erkek annelerine bir mesaj olması için
yazmak istedim. Uzun lafın kısası, annenin bilinçsiz iyi niyetinin bir bumerang
gibi yine bir kadına geri dönmesinin kısa hikâyesi.
KAYNAKLAR:
Herbert, J. (2007). Minder
Brain : How Your Brain Keeps You Alive, Protects You From Danger and Ensures
That You Reproduce. USA. World Scientific.
Hortsman, J. (2009).
Scientific American Day in the Life of Your Brain : A 24 hour Journal of What's
Happening in Your Brain As You Sleep, Dream, Wake Up, Eat, Work, Play, Fight,
Love, Worry, Compete, Hope, Make Important Decisions, Age and Change. USA.
Jossey-Bass.
Joseph, R. (1998).
Environmental Influences on Neural Plasticity, the Limbic System,
EmotionalDevelopment and Attachment: A Review. Child Psychiatry and Human
Development, Sayı: 29(3), İlkbahar, 1999.
Navarro
J., Dr.Karlins, M. (2008). Beden Dili, Eski FBI Ajanından İnsanların Bedenini
Okuma Rehberi. İstanbul. Alfa Yayınları.
[1]
Mevzuatın yetersizliği konusu da aslında ciddi anlamda tartışılan bir konu.
Kadın cinayetlerini önlemek amacıyla değiştirilen mevzuatlara ve verilen yetkilere
rağmen pek bir şeyin değiştiği söylenemez. 23 Nisan 2012’de kocası tarafından
katledilen Ayşe İnce’nin ölümünün ardından bu konu da epeyce tartışıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder