StatCounter

20 Ekim 2012 Cumartesi

BUMERANG CİNAYETİ ve AYŞE PAŞALI


Her cinayet bir iz bırakır düşünen insanın beyninde. Habil ile Kabil’in kötü mirası bir kez daha kendini tekrarlamıştır. Yine bir insan evladı, kendi cinsinin kanına girmiştir. Meslek itibarıyla birçok cinayet gördüm, tanık oldum. Her cinayetin ardından, bunu işleyenin sebebini hep merak etmişimdir. Kimi zaman bunu öğrenebildim, kimi zaman bir muamma olarak kaldı. Fakat bu kez bir değişiklik yapmak istiyorum. Kocası tarafından katledilen ve katledilen kadınların simgesi haline gelen Ayşe Paşalı’nın basında sıkça yer alan ve ölümünden kısa süre önce çekilmiş fotoğrafları üzerinden cinayetin izlerini takip etmek, katil kocanın beyin kıvrımlarına dokunmak ve bu meyanda Sözsüz İletişimde yönelme ve uzaklaşma konularını izah etmek istiyorum.
 

 
Yukarıdaki fotoğrafı çok iyi incelemenizi ve insan ilişkileri açısından yorumlamanızı istiyorum. Aslında fotoğraf son derece açık ve net. Bu fotoğraf bildiğim kadarıyla, AyşePaşalı’nın öldürülmesinden kısa bir süre önce, kocasından yediği bir başka şiddetli dayağın ardından karakolda ya da mahkeme salonunda çekildi. Katil İstikbal Yetkin’i inceleyin. Yönü nasıl, nereye yönelmiş. Başı ne durumda? Dik mi, yatık mı? Öne doğru mu eğilmiş, geriye mi kalkmış? Ağzını inceleyin. Açık mı, yoksa öfkeyle sıkılmış mı? Kolu nerede, hangi istikameti gösteriyor? Ne kadar mesafede? Duruşu size ne anlatıyor? Eğer fotoğrafın altına konuşma balonu koymanız gerekse katilin ağzından ne yazardınız?
Şimdi de Ayşe Paşalı’nın duruşunu ve yüz ifadesini inceleyin. Nereye yönelmiş yani göğsü hangi istikameti gösteriyor? Eski kocasını mı, yoksa farklı bir istikameti mi? Baş istikameti ve gözlerinin baktığı istikamet vücudunun yönelmesi ile uyumlu mu?
Baş ve vücudu eski kocasına doğru mu yoksa geriye doğru mu eğimli? Kaşlarına ve gözlerine bakın, ifadesi nasıl? Öfkeli mi, sakin mi, boş vermiş mi, ilgisiz mi? Kaşları havada mı, yoksa aşağıda mı? Göz kapakları yukarıda mı, yoksa aşağıda mı? Dudaklarını inceleyin, kısık mı, bastırmış mı, kenarları nereyi gösteriyor? Şimdi fotoğrafın genelini inceleyin, size ne anlatıyor, fotoğrafın iletişim ya da ikili ilişkiler bağlamında bir haber ya da fotoğraf altı yazacak olsaydınız neler yazardınız?
Aslında prensip olarak bir ya da iki kare fotoğraftan hareketle sözsüz iletişim mesajlarını okumaçabasına karşıyım. Sözsüz işaretler bir bütün halinde incelenmeli ve kişilerin hareketlerinin normali tespit edilmeli ve bunun üzerinden yorum yapılmalıdır. Zaman zaman televizyon programlarına davet edilen iletişim ya da “Beden Dili” uzmanlarına rastlıyorum. Adamlara bir dizi fotoğraf gösteriyorlar ve bunu yorumlamalarını istiyorlar. Ben buna “Beden Dili Büyücülüğü” adını koydum. Aslında yaptıkları şeyin anlamsızlığının kendileri de farkında. Varılan yargıların bilimsel olmadığı da aşikâr. Ancak artık televizyona çıkmış bulundukları için bir şekilde uzmanlar(!) da buna uymak zorunda kalıyorlar. Sonuç manasız sayıklamalar olarak ortaya çıkıyor.
Fakat bu fotoğraftaki durum farklı. Ayşe PAŞALI olayını çok yakından izledik. Göz göre göre ölüme gidişine bir anlamda çaresizce baktık. Mevzuatın ne kadar yetersiz kaldığını gördük[1]. Akabinde kadın örgütlerinin sahip çıkışını ve bu olayı simgeleştirmelerine, çocuklarının isyanına ve mahkeme sürecine tanıklık ettik. Yani fotoğrafın ve kişilerin yabancısı değiliz. Bu nedenle fotoğrafları üzerinden yorum yapmakta bir sakınca görmüyorum ya da en azından çok hatalı sonuçlar çıkacağını düşünmüyorum.
Beynin Donma-Kaçma Yaklaşımı
“Bilinçli olsun olmasın, beynin tüm davranışlarımızı kontrol ettiğini anlamamız kritik önem ifade etmektedir. Bu öncül nokta, sözel olmayan iletişimi anlamak açısından temel unsur olarak görülebilir” (Navarro, Karlins, 2008).  Bu esastan hareketle, sözsüz iletişimi kavramak için öncelikle beynin yapısını bizi ilgilendiren esaslar dâhilinde incelemek gerekir. Bizim iletişim işareti olarak algıladığımız her şey, beyin tarafından üretilmektedir.
İnsan beyni üç bölümden oluşmaktadır: Beyin sapı (Sürüngen Beyni), Limbik sistem (Memeli beyni ) ve Neokorteks (İnsan beyni) (Navarro, Karlins, 2008, Joseph, 1998). Bu bölümler arasında Limbik beyin açlık ve susuzluğu gözleyerek giderilmesini sağlar ve zevk, öfke, korku ve mutluluk gibi duyguların yaşanması ve ifadesinden, sosyal-duygusal iletişim isteğinden sorumludur (Joseph, 1998).
Amigdala, limbik sistemin bu büyük çekirdeğinin önemli bir rolü vardır. Duygular bilinçaltında anılar ve limbik sistemin çalışması ile şekillenir. Amigdala, bilinçsiz
duygusal durumlar ve tecrübeler üreterek geliştirir. Esas işi çevreden gelen korkutucu ya da psikolojik olarak zarar verici verileri tanımlayarak size “kaç ya da savaş” mesajını vermektir (Hortsman, 2009). Bu sistem kalbinizi, damarlarınızı ve tükürük bezlerinizi harekete geçirir ve bu sizin kontrolünüz altında değildir. Acil bir durumda, vücut sizin bu durumla baş edebilmek için, kısa bir süre içerisinde kaslarınıza ve dikkatinizin her bir damlasına ihtiyaç duyacağınızı hesap eder, buna uygun ani tedbirleri alır (Herbert, 2007). Bu tepiler bizim milyonlarca yıllık evrimimizden getirdiğimiz özelliklerdir. İlk insanların hayatta kalması, limbik sistemin geliştirdiği stratejiler sayesinde mümkün olmuştur. Bu strateji ölümcül bir durumda vücudun donma tepkisini devreye sokmasıdır. Hayvanların birçoğunun harekete tepki verdiği dikkate alındığında bu tepki hiç de anlamsız değildir (Navarro,Karlins, 2008). Eğer donmak yeterli değil ise aynı sistem kaçma ya da savaşma mesajını vermektedir.
Ancak günümüzün modern dünyasında kaçmak için her zaman ölümcül bir tehdidin olması gerekmez. Nereye kaçacaksınız? Daracık evlerde yaşıyoruz. Benim çalıştığım odada on kişiden fazla sayıda iş arkadaşıyla çalışıyoruz. Otobüste bu akşam dip dibe yolculuk yaptık. Nereye kaçabiliriz. Ofiste sevmediğim bir adam olsa ve yasal zorunluluklar benim kavga etmemi engellese ne yapabilirim? Donma hareketi de saçma olabilir. Üstelik ne mesaj vereceğim böyle? Ne yapıyor bu adam demezler mi saksı gibi dururken?
Modern dünyanın insanları eğer bir şeyden kaçamıyorlarsa durdukları yönü değiştirirler. Bu aslında bebeklerin istemedikleri zaman memeden yüz çevirmeleriyle başlar. Kaşıktan yüz çevirme ile devam eder. Konuşmasını bilmeyen bir çocuk daha nasıl anlatabilir ki kendini? Hareket kalıcı bir hal alır. Böylece başı iki yana sallamak da, geriye atmak da hayır anlamlarına gelir. İnsan ilgisiz olduğu ya da istemediği şeye ya da kişiye ardını döner, onu da beceremezse yüz çevirir.
Ayşe Paşalı’nın o bilindik fotoğrafına bir kez daha bakalım. Ne görüyoruz? Ben iki olgu görüyorum. Artık tamamen ilgisini kaybetmiş, adamdan ebediyen kopmuş, adamla bir ilgisi kalmamış belki artık nefret bile etmeyen bir kadın. Bir de bu kopmayı hiçbir şekilde hazmedemeyen, o ilgiyi (nefret de olsa) yeniden kazanmak isteyen, bu isteğini kadına eğilmiş gözleriyle birlikte yalvararak gösteren bir adam. Adam diyoruz, kalıp, saç rengi, yaşlanmışlık böyle gösteriyor ama aslında gördüğümüz küçük bir çocuk. Birçoğumuz gibi. Annesi tarafından alabildiğine şımartılmış, yaptığı her hatadan sonra kucaklanmaya ve bağışlanmaya, asla terk edilmemeye alışmış küçük bir oğlan çocuğu. Bunca yıllık kolluk tecrübesine ve iletişim alt yapısına dayanarak şunu söylemeye kendimde hak görüyorum: Bu kadınlar geri dönmemek üzere terk edildikleri an katlediliyorlar. Bir düşünün. Fedakâr kadın aile korkusu, çocuklarını düşünmesi ve belki içinde kalan bir parça sevgi kırıntısı ile eve dönmeye her seferinde ikna oluyor. Yaramaz koca her seferinde affediliyor. Çocuksu ruhu tatmin ediliyor. Sonra tekrardan fiziksel ve ruhsal şiddet başlıyor. Ama öyle bir an geliyor ki kadın ipleri tamamen kopartıyor. Erkek küser, geri döner, defalarca hem de. Ama kadın bir kez tamamen koparttığında onun artık geri dönüşü yoktur. Biz erkekler bunu çok iyi biliriz. Adam ne zaman ki bunu anlıyor, işte o zaman içindeki hayvan uyanıyor, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu kadını öldürüyor. Bu bence böyle. Yoksa hayatı boyunca cinayet işlememiş, belki sabıkası dahi olmayan insanların cinayet işlemesini nasıl açıklayabiliriz ki? Fotoğraftaki Ayşe Paşalı artık kocasını tamamen silmiş bir kadındır, hem de bir daha geri dönmemek üzere.
 
Fotoğraftaki adam da bunu çok net bir şekilde anlamanın ıstırabını ya da çaresizliğini yaşayan adamdır. Haddimi aşarak bunu bir kademe daha ileri götürmem gerekirse, bu adamların hepsi de o kadınları hastalıklı bir şekilde sevdikleri ya da alıştıkları için öldürmektedirler. Bir de ikinci fotoğrafa bakın. Adamın kolu nerede duruyor? Sahiplenmeyi görebiliyor musunuz? Ağlayan, acı çeken kadının yanındaki duruşu bir kez görün. Kadını nasıl koltuk altı hizasında tuttuğuna bir bakın. Sanki o morlukların müsebbibi kendisi değilmiş de kadını koruyormuş gibi değil mi? Hastalıklı ruhu şimdi daha iyi görebiliyor musunuz?
 Benim babam küçük bir çocukken annesine kızdığında kendisini sırt üstü yere atarmış. Kafasının arkası hep yaralıymış o yüzden çocukluğu boyunca. Özünde hala da o çocuk ruhunu (!) kaybetmiş değil. Ben bu davranışı kadınlarını öldüren düşünceden farklı görmüyorum. Erkek çocukluğunun yıkıcı tezahürleri. Ben uzun zamandır, bu fotoğrafı her gördüğümde bu yazıyı yazmak istedim. Bunu aslında erkek annelerine bir mesaj olması için yazmak istedim. Uzun lafın kısası, annenin bilinçsiz iyi niyetinin bir bumerang gibi yine bir kadına geri dönmesinin kısa hikâyesi.
KAYNAKLAR:
Herbert, J. (2007). Minder Brain : How Your Brain Keeps You Alive, Protects You From Danger and Ensures That You Reproduce. USA. World Scientific.
Hortsman, J. (2009). Scientific American Day in the Life of Your Brain : A 24 hour Journal of What's Happening in Your Brain As You Sleep, Dream, Wake Up, Eat, Work, Play, Fight, Love, Worry, Compete, Hope, Make Important Decisions, Age and Change. USA. Jossey-Bass.
Joseph, R. (1998). Environmental Influences on Neural Plasticity, the Limbic System, EmotionalDevelopment and Attachment: A Review. Child Psychiatry and Human Development, Sayı: 29(3), İlkbahar, 1999.
Navarro J., Dr.Karlins, M. (2008). Beden Dili, Eski FBI Ajanından İnsanların Bedenini Okuma Rehberi. İstanbul. Alfa Yayınları.



[1] Mevzuatın yetersizliği konusu da aslında ciddi anlamda tartışılan bir konu. Kadın cinayetlerini önlemek amacıyla değiştirilen mevzuatlara ve verilen yetkilere rağmen pek bir şeyin değiştiği söylenemez. 23 Nisan 2012’de kocası tarafından katledilen Ayşe İnce’nin ölümünün ardından bu konu da epeyce tartışıldı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder