StatCounter

29 Mayıs 2020 Cuma

Beş Garantili İpucu ile Tüm Yalanları Yakala



Modern çağlardayız ve herkes her şeyin bir kolayı var zannediyor. Daha doğrusu bu algı yaratılmaya
çalışılıyor. Şu hapı iç zayıfla, sporsuz diyetsiz. Şu videoyu izle sigarayı bırak. Uyurken şu kulaklıktan sesi
dinle İngilizce öğren. Bunların pek çoğu işe yaramasa da, kolaylıklar çağında her şeyin bir kolayı
olduğuna inanmak istiyoruz. Başladığımız hiçbir şeyi yerine getirmek için yeterli sabrımız yok.
Dikkatimiz kolayca başka bir yere kayıyor. Bu yüzden başladığımız kolaylıkların işe yarayıp
yaramadığını da öğrenemiyoruz bile. Sistem nasıl da güzel işliyor.
Bana da en çok sorulan soru bu. Nasıl yalan yakalarız? Hem de kolayca. İyi de ben bunun kitabını
yazdım zaten, okumaz mısınız? Başka yazan yazarlar da var. Hayır, o kadar sabrımız yok. Sen bile
herkese uyacak bir ipucu ver, biz hemen anlayıverelim yalanları. Bu kadar basit.
Keşke işler bu kadar basit olsa. Herkese uyacak bir ipucu bulsak. İşyerinde, evde, emlakçıda, oto
galeride, mahkemede, bankada ve daha pek çok yerde o ipucunu kullansak ve karşımızdakinin yalan
söylediğini şıp diye anlasak. Maalesef henüz böyle bir yalan maymuncuğuna sahip değiliz. O nedenle
otomobil alırken muayene ettirmek, kredi verirken kredi notuna bakmak ve mahkemelerde hala
delillere dayanmak zorundayız.

Peki bitti mi? Bu kadar mı? Değil elbette. Yalan söylemek insan doğasına aykırı bir çabadır ve mutlaka
bir yerlerden sızar. Ne diyor Freud? “Hiçbir ölümlü yalan söyleyemez. Dili sussa parmak uçları
konuşur, ihanet tüm gözeneklerinden sızar.” İnsanın düşünen ve yalan söyleyen beyni, dürüst ve
yalan söyleyemeyen memeli beyninin sürekli olarak baskısı altındadır. Yalan söylemek insanda ciddi
bir stres ve duygusal baskı kaynağıdır. Yalan söylemek zorlar, çok fazla bölünme gerektirir. Yalan
söylemek kimi zaman vicdanımızı zorlar, korkutur ya da aldatma hazzı verir. Yalan söylemek kalp
atışlarımızı hızlandırır, vücut sıcaklığımızı artırır ve bizi terletir. Demek ki yalanı yakalayacak tek bir
işaret değil ama pek çok işaret sızabilir yalan söylerken. Ben bunlardan bilimsel olarak doğruluğu
ispatlanmış beş işareti sizler için seçip anlatacağım bu yazıda.
1. Yalan söyleyenlerin ses tonları tizleşir. Alın size çok sağlam, meta analizlerle de desteklenen
bir yalan işareti. Yalan söyleyen kişiler genellikle yoğun stres yaşarlar. Bu da onların ses telleri
üzerine etki eder. Yalan söyleyenler yüz ifadelerini, beden dili sinyallerini, duruşlarını ve
sözlerini kontrol etmek zorundadırlar. Bu oldukça zor bir iştir. Bu sırada ses tellerini ve
tonlarını kontrol etmekte zorlanırlar. Kimi zaman buna rastladığınızdan da eminim. Yalan
söyleyen kişilerin ses tonu tizleşir ve yükselir. Stres yaratan bir soru ya da konuşulan bir konu
üzerine kişinin ses tonundaki tizleşme ve yükselme sizi hemen uyarmalıdır.
2. Yalan söyleyenler ayaklarını ve bacaklarını kontrol etmekte zorlanırlar. Bu Charles Darwin’den
beri bilinen bir gerçek. Yukarıda da belirttiğim gibi yalan söylemek çok değişkenli bir
eylemdir. Doğru söyleyenin tek derdi doğru neyse onu aktarmaktır. Kendisini kontrol etme
gereği hissetmez. Oysa yalancı duruma en uygun yalan ya da yalan parçasını uydurmaya
çalışırken, bir taraftan da yüz ifadesini, duruşunu, bakışlarını, ses tonunu, ellerini ve karşı
tarafı kontrol etmeye çalışır. Bunların tamamını çoğu kez yapamaz ve beynine en uzak olan
uzuvlarını kontrol etmekte zorlanır. Bu nedenle çoğu kez kontrolsüz el kol ama daha sıklıkla
ayak ve bacak hareketlerini sergiler. Stres anında hareketliyken duran ya da dururken bir
anda hareketlenen ayak ve bacaklar, kişinin yalan söylüyor olabileceğinin güçlü bir delili
olabilir.

3. Yalan söyleyenlerin ağzı kurur. Bu gerçek tarih öncesinden beri bilinen bir ipucudur. Eski
çağlarda yalan söylediğinden şüphelenilen kişilerin pişmemiş pirinci yutmaları istenirdi. 
Çünkü yalan söyleyen kişilerin ağzı kuruyacağı, tükürük salgılamayacağından hareketle
pirinçleri de yutamayacağı düşünülürdü. Daha vahşi yöntemler de vardı elbette. Örneğin
yalan söyleyip söylemediğini anlamak için diline kızgın demir değdirmek mesela. Eğer ağzı dili
kuruduysa hemen yanacaktır elbette. İşin gerçeği yalan söylemek stres hormonunu yükseltir.
Bu da pek çok işaretin yanı sıra ağız içerisinde kurumaya neden olur. Tükürük bezleri tükürük
salgılamayı bırakır ve hatta var olan tükürük içeri çekilir. Bu durum kişinin konuşmasında
zorlanma ve sürekli dili ile duraklarını yalamak zorunda hissetme ile kendisini gösterir. Ağız ve
dil ol kadar kurur ki kişi dilini ağzının içerisinde hareket ettiremez ve konuşmaları anlaşılmaz.
Bu nedenle stres soruları karşısında ağzın kuruması ve dili sürekli yalama ihtiyacı ciddi bir
yalan belirtisidir.
4. Yalancılar konuşurken daha fazla duraklama yaparlar ve cevap verme süreleri daha uzundur.
Yalancı eğer hazırlık süresi varsa başlangıçta daha kabul edilebilir bir yalan söyleyebilirler.
Ancak yalan hiçbir yere tutunmayan ve havada asılı duran bir kavramdır. Her yerinde boşluk
yakalanabilir. Bu nedenle iyi bir sorgu uzmanı, görüşmeci (ya da kadınlar) ince noktaları ve
tutarsızlıkları görerek açıkta kalan konuları sorarak yeni bağlantılar kurmaya çalışırlar. Doğru
söyleyenler için belki sadece anımsamakla ilgili bir sorun olabilir. Yalan söyleyen ise sorulan
her soruya karşı vereceği cevabı düşünür, açıkta kalacak ya da daha önce söyledikleri ile
çelişecek herhangi bir şey olup olmadığını değerlendirir. Öte yandan ortaya çıkan yeni yalan
ihtiyaçlarını da karşılamaya çalışır. Bu çok zaman alan bir durumdur. Bu nedenle zaman
kazanmak için yalan söyleyenler cevap verirken daha fazla duraklama yaparlar ve sorulan bir
soruya normalden daha geç cevap verirler. Hatta çoğu zaman anlamamış gibi sorduğunuz
soruyu tekrarlarlar ya da sizin sorduğunuz soruya başka bir soru ile cevap verirler bunların
tamamı zaman kazanma çabasıdır ve yalan söyleme ile ilişkisi pek çok çalışma ile
ispatlanmıştır.
5. Yalancılar inandırmak için gereğinden fazla yemin ederler. Doğru söyleyenlerin inandırmak
gibi bir derdi yoktur. En azından olmadığını düşünürler ve doğruyu eksiksiz bir biçimde
anlatmaya çalışırlar. Oysa yalan söyleyen bir yalanı kurgular ya da doğrunun bir kısmını saklar,
kendi doğrularını yaratarak aktarırken, bu yalanlara karşı tarafı inandırma zorunluluğu da
hissederler. Bu iki şekilde kendini gösterir. Kimi yalancılar anlamsız ve beden dili ile uyumsuz
bir öfke gösterisinde bulunurlar. Kendilerini haksızlığa uğramış gibi hissederler ve öfke ile
bağırıp çağırırlar. Fakat doğal bir öfke olmadığı, sadece yalanı maskeleme ve zaman kazanma
çabası olduğu dikkatli gözlerden kaçmaz. Bir diğer grup ise gereksiz ve abartılı yeminler
ederler. İnsanlar genel olarak yemin edebilir, bunda bir şey yok. Bazılarının her söze valla billa
diye başlamak gibi alışkanlıkları da vardır. Ancak normal zamanda etmedikleri ve
yaratıcılıklarını kullandıkları yeminler her zaman dikkat çekmelidir. Allah belamı versin, ekmek
Kuran çarpsın, ekmeğe kör bakayım, çocuklarımın üzerine yemin edeyim tarzında gereksiz ve
uzun yeminler yine başka bir maskelemenin işaretidir.
İşte size beş ipucu. Elbette çok daha fazlası var ama bunlar çeşitli araştırmacılar tarafından
ispatlanmış, doğrulanmış ve bilimselliği kabul edilmiş olan ipuçları. Ancak şunu da bilmeniz gerekiyor
ki, ne kadar çok işaret bilirseniz bilin, sonuçta gözlemlemek ve görebilmek gerekiyor. Gözlerinizi
sürekli açık tutun, davranış değişikliklerini yakalamaya odaklanın. Göreceksiniz ki bir süre sonra bu
durum bir alışkanlık haline gelecek ve daha kolay bir şekilde yalanları yakalayabildiğinizi fark
edeceksiniz.
Bonus ipucu: Araştırmalar tüm dünyanın üzerinde uzlaştığı yalan yakalama işaretinin göz kaçırma
davranışı olduğunu gösteriyor. Gözlerime bak ve doğruyu söyle. Tanıdık geldi mi bu cümle. Evet,
acemi yalancılar, çocuklar ve gençlerde bu davranış gözlemlenebilir. Fakat genel çalışmalar gösteriyor
ki, bu güvenilir bir işaret değil. Nasıl ki suç işleyen kişiler kolluğun parmak izlerinden yararlanarak 
yakalayacağını bildikleri için eldiven takıyorlarsa, yalancılar da bu işaretin farkında oldukları için daha
fazla gözlerinizin içine bakacaklardır. Ben meslek hayatımda kime gözlerimin içine bak dediysem hiç
bakmayan olmadı örneğin. Üstelik araştırmalar yalancıların normalden daha fazla gözlerin içine
baktıklarını göstermektedir. O yüzden gözlerinizin içine bakarak konuşan herkesin doğruyu
söylediğinden çok da emin olmayın lütfen.
Yalansız dolansız günler dilerim.

23 Mayıs 2020 Cumartesi

DİJİTAL MESAFE ve DİJİTAL NEZAKET


Arkadaşlar ya da uzaktan tanıyan birilerinden bir whatsapp mesajı geliyor “Müsait misin?” Daha neye müsait miyim sorusu cevaplanmamışken kerhen bir evet yazıyorsunuz ve bir anda görüntülü arama çağrısı geliyor. Açsan bir türlü, açmasan bir başka. Müsait misinden ne anlaşılır ki? Yani evet hayattayım, ayaktayım da, bakalım o anda üstüm başım müsait mi? Fonda kütüphane görseli var mı? Bunlarla ilgili hiçbir şey konuşmamışız. Mecburen açıyorsunuz ve sıkıntılı bir biçimde konuşuyorsunuz.

Keza mesajlar için de aynı şey geçerli. Gecenin bir saatinde herhangi bir mecradan mesaj: Hocam, Pazar günü akşamı saat 20’de Instagram canlı yayınına katılır mısınız? Peki an itibariyle Perşembe saat 22:45 olmasının sizin için bir anlamı var mı? Üstelik ben işim icabı telefonu hiç kapatmıyorum ve sıklıkla da sesi açık oluyor.Ama bu işle ilgili mesajlar için geçerli. Onu atlatıyorsun, Facebook Messenger’den bir başka mesaj “Nbr kardeşim?” Valla ne olsun kardeşim, uykudan uyanmış olduk, sen nasılsın?

Benim çocukluğum telefonların nadir olduğu, her evde bulunmadığı zamanlara denk geldi. Sevgili öğretmenim Aysel Başer bizi sanırım ikinci sınıftayken okul müdürünün odasına götürdü ve telefonla tanıştırdı. Telefon ne işe yarar (iletişim aracıdır, muhabbet için değildi o zamanlar), nasıl aranır, kendisini nasıl tanıtmalıdır, kim önce kapatmalıdır gibi telefon nezaketine ilişkin konuları tek tek anlattı. Ne o gün aklımdan çıktı bir daha, ne de öğretmenimin söyledikleri.

Fakat günümüzde bir iletişim çılgınlığı yaşanıyor. Pek çok bağımsız mesajlaşma uygulamaları (whatsapp, telegram, BİP gibi) ve her türlü sosyal medya platformları üzerinden mesaj gönderilebiliyor. Neden çılgınlık? En son verilere göre Whatsapp üzerinden dünya genelinde dakikada 29 milyon, günde ise 65 milyar mesaj gönderiliyor. WP gündelik hayatın da, çalışma hayatının da merkezinde yer alıyor. Hal böyle olunca insanlar size her an ulaşabileceklerini düşünüyorlar. Oysa mesajlaşma ile telefon nezaket kuralları çok da farklı değil. Yani normalde telefonla arayamayacağınız saatlerde benzer şekilde mesaj da atmamak gerek. Mesajı açmak da başka bir sorun. Acaba işyerinden mi, yoksa ailevi önemli bir konu mu diye baktığınız anda karşı tarafa görüldü mesajını da gönderiyorsunuz. Bu kez onun yaptığı nezaketsizliğe, sizin de görüp de cevap vermeme nezaketsizliği ekleniyor. Buyur buradan yak durumu.

Daha bu yazıyı yazarken gece saat 23.21’de gelen mesajı aktarayım size:
“Selamın aleyküm komutanım nasılsınız? Valla beni soracak olursanız ben iyiyim ve elimden geldiğince iyi olmaya çalışıyorum. Komutanım geçenlerde aklıma bir şey takıldı. İnsanların para ile satın alıp alınamayacağını belirleyen psikolojik testler acaba mevcut mudur? Mevcut ise bunlara nasıl ulaşabiliriz? Teşekkürler komutanım” Sonunda ilgisiz emojiler filan. Ben de ona şu soruyu sordum: “Tam da bu saatte mi aklına takıldı?” Tabii arkadaşımız mahcup oldu özür diledi, ama olan olmuştu. Ben kendisini afişe ya da rencide edeyim diye yazmıyorum bunları. Sadece artık genel olarak gözlemlediğim bir anlayıştan bahsetmek istiyorum. Akşam saat sekizden sonra telefon etmekten haya eden bir toplumdan evrildiğimiz dijital toplum işte tam anlamıyla budur.
Dijital dünya ve etkileşimli sosyal medyanın bireylerarası mesafeyi kısalttığı doğrudur. Hiç tahmin etmediğiniz bir ünlü sizin yorumunuza cevap verebiliyor, hatta beğenmediyse atar yapabiliyor. Az takipçili twitter kullanıcıları bunu çok kullanıyor mesela, kitabın ortasından bir yorum yapıyor, muhatabı tahrik olduysa değme keyfine, gelsin etkileşimler. Hiç beklemediğiniz bir marka yazddıklarınızı beğenip size hediyeler gönderebiliyor. Yine bir ünlü sizin özel mesajınıza karşılık verebiliyor. Bunlar aramızdaki mesafeleri hep daraltan durumlar. Artık herkes hiç olmadığı kadar yakın bize. Fakat bu da başka bir yanılsama yaratabiliyor. Aramızda teklifsiz bir iletişim biçiminin olduğunu. Hâlbuki bu durum böyle değil. Evet, o kişi sizin evinize bir instagram canlı yayını ile konuk olabilir. Bu sizin kontrolünüzdedir. İster izler, ister izlemezsiniz. Ancak bu yakınlığı gecenin bir saati aynı kişiye mesaj yazmaya gelince, orada işler değişiyor.

Canlı yayın teklifleri de başka bir mesele. Canlı yayın yaparak etkileşim ve takipçi kazanma arzusu, insanları hiç tanımadıkları uzmanlara ya da sanatçılara canlı yayın teklifi götürmekle başlayan zincir, istekli olmayanlara ısrar etmek, kabul etmeyen kişilere hakaret ve sosyal medya lincine kadar uzuyor. Whatsapp üzerinden bile tacize uğrayan insanlar var. Bunları yapmamak gerek.

Gündelik hayatta bile görgü kuralları ve nezaket mumla aranır hale gelirken, sayısız anonim profilin ardına saklanan kullanıcının tüm görgü kurallarına uymasını beklemek bir hayal olmuş olabilir. Ancak yazdığınız, çizdiğiniz, aradığınız kişinin tıpkı sizin gibi bir özel hayatının ve bir ailesinin olduğunu, üretebilmek için önce düşünmesi ve çalışması gerektiğini lütfen aklınızdan çıkartmayın. Çok yakınımız bile olsa video görüşmeye ya da aramaya her zaman hazır olmayabileceğini ve ya da istekli olamayacağını kabul etmeliyiz. Bunlar yeni dönemin gerçekleri.

Dijitalleşme hayatımızın içinde ve kaçacak yer yok. Her türlü teknolojik yeniliğe ve ortama çok çabuk uyum sağlıyoruz. Aynı başarıyı dijital mesafenin korunması ve dijital nezaket alanında da gösterebilmemizi dilerim.