Genel olarak savaş filmlerini sevmem, sahneler yapmacık gelir, bir felsefesi yoktur. Etkileyici bulmam. Bu anlamda tek geçebileceğim film aslında Stanley Kubrick’in “Full Metal Jacket” filmidir. Savaşın ya da askerliğin bir insanı nasıl değiştirip bir canavara dönüştürebileceğini anlatır. Özellikle eğitimde geçen ilk bölümü beni çok etkiler. Kore sinemasına pek aşina değilim. Fakat yapım ve yönetimi bana ait olan “Koreliler” isimli belgeselden sonra, Kore savaşına ait bir film ilginç olabilir diye düşündüm ve adını duymadığım, 2004 Güney Kore yapımı “The Brotherhood of War” isimli film beni öyle derinden etkiledi ki, bir anda bu dar kapsamlı listede yerini aldı. Dayanamadım ve bununla ilgili bir yazı kaleme almaya karar verdim. IMDB Adresi http://www.imdb.com/title/tt0386064/
Film eski bir savaş gazisi olan Jin-seok
Lee’nin, savaş alanında yapılan kazıda bulunanlarla ilgili olarak kazı alanına
çağrılması ile başlıyor ve ihtiyar geçmişe bir yolculuk yapıyor.
1950, Seoul. Savaş henüz
başlamamış.Fakir bir aile Lee’ler. Jin-seok Lee ailenin tek umudu ve
üniversiteye gitmesi için umut bağladıkları kişi. Başta ağabeyi Jin-tae Lee olmak
üzere, tüm aile üzerine titriyor. Ağabey, fazla zeki olmayan, kaba bir genç.
Kardeşi için okulu bırakmış ve ayakkabı boyuyor. Babaları yok. Evde dilsiz
anne, üç küçük çocuk ve Jin-tae Lee’nin nişanlısı Young-shin Kim yaşıyor. Fakir
ama mutlu bir aile. Savaş başladığında güneydeki amcalarının yaşadığı şehre
kaçmak istiyorlar ama tren istasyonunda iki genç zorla askere alınıyorlar.
Savaşla ilgisi olmayan gençler, bir anda kendilerini cephede buluyorlar.
Ağabeyin, kardeşini kurtarmak
için, aklına müthiş bir fikir geliyor: Kahramanlık yaparak kardeşinin terhis
olmasını sağlamak. Komutanı ona bir teklif yapıyor. Eğer madalya alırsa,
kardeşi terhis olabilir. Bu fikir ağabeye çok cazip geliyor. Kardeşi bunu hiç
istemese de, her türlü cengaverlik olayına atlamaya başlıyor.
Savaş sahnelerinden bahsetmem
yerinde olacak sanırım. Tüm savaş sahneleri, olanca doğallığı ile verilmiş. Bir
anda insanı içine alıveriyor. Fakat bu alıverme, “Surviving Private Ryan”
filmindeki gibi kaba bir gerçeklikle verilmiyor, en azından bana öyle geldi.
Çok çalışılmış sahneler ve tüm efektler hakkıyla verilmiş. İnsanı etkileyen bir
doğallığı var.
Jin-seok Lee’nin madalya alma
isteği, onu bir anda milli kahraman haline dönüştürüyor. Artık o, tanınmış bir
kahramandır. Komünistlere kin kusuyor yaptığı konuşmalarda. Aynı milletin
çocukları olduğunu unutuyor ve aslında sadece politik bir düşünceden ibaret
olan Komünizm üst başlığı, onun öz kardeşlerine nefret duymasını
sağlayabiliyor. Ne kadar da bize tanıdık gelen bir düşünce değil mi? Bu
fikirlerin çok uzağında olan ve savaş boyunca kendisini milliyetçilik ya da
militarizm rüzgarına kaptırmayan kardeşi Jin-seok Lee, ağabeyini tanımakta
güçlük çekmeye başlıyor. İki kardeş, birbirine yabancılaşmaya başlıyor. Bu arada oyuncuların tipolojisinin, algımıza
etkisini de anlatmak gerekir. Ağabey yetişkin bir yüze ve ses tonuna sahipken,
kardeşi bebeksi yüz hatlarını ve nazik bir ses tonunu taşır. Bu da kahraman ve
çekingen algısını yaratır. Kahramanların bebek yüzlü olması beklenen bir durum
değildir. Erkeksi yüzlerin madalya alması beklenir klişe olarak, bebek yüzler
korkak ya da çekingen olarak betimlenir sinemada.
Jin-tae Lee takım çavuşudur
artık. Yapılan ciddi bir muharebede, kaçan Kuzey Kore yüzbaşısını canlı
yakalamaya karar verir ve takımın kalanının çağrılarını dinlemeyerek yüzbaşının
peşine düşer. Onunla boğuştuğu esnada, yakımdaki arkadaşı Yong-man, onu
kurtarmak isterken düşman tarafından öldürülür. Bu Jin-tae Lee’nin umurunda
değildir çünkü madalya alma amacında her yol mubahtır. Kardeşini kurtarmak için
araç olarak kullanmak istediği madalya, bir anda yaşam amacı olmuştur. Kardeşi
ile artık bambaşka dünyaların insanıdırlar ve kardeşi, ortaya çıkan bu
canavardan nefret etmektedir.
Jin-tae Lee’nin savaş öncesinde Yong-seok
isminde bir arkadaşı vardır. O da ayakkabı boyacısıdır ve çocuksu bir tiptir.
Savaş onları ayrı kutuplara sürüklemiştir ve Yong-seok Kuzey Kore ordusuna
katılmak zorunda kalmıştır. Jin-tae Lee’nin takımı, onunla birlikte beş Kuzey
Kore askerini canlı ele geçirmiştir ve takım onları öldürmek ister. Jin-seok
Lee için bu anlaşılmaz bir şeydir. O çocuk, onların sevgili arkadaşıdır ve
ölmeyi hak etmez. Üstelik silahsız ve savunmasızdır. Tüm takıma tek başına
engel olur ve onun arkadaşı olduğu gerçeğini tamamen kafasından silmiş ve
öldürmek isteyen ağabeyine karşı çıkar. Sonunda bu askerleri harp esiri olarak
alırlar. Ancak türlü işkencelerle. Bir gün, geri çekilmek zorunda
kaldıklarında, ortaya çıkan karışıklıkta esirler isyan eder. Ölüm korkusu
içerisindeki Yong-seok da onlara saldırır ve bu kez Jin-seok Lee ağabeyine
engel olamaz. Savaş, arkadaşlık bağlarını da keser atar.
Savaşın bambaşka yüzleri görünür
her çatışmada. Süngünün ucundaki Kuzey Kore askeri, karşısındakine yalvarır “15
yaşındayım, ne olur beni öldürme” diyen dili ve yalvaran bebeksi yüzü ile. Ama
en ufak bir merhamet, tam tersi sonuç verir ve o çocuğun yüzü bir canavara,
kendisi ölüm makinesine dönüşür. Savaş, canavar yapma fabrikasıdır aslında.
Makineler üretir ve bu programlanmış makineler, Alev Alatlı’nın deyişi ile
sadece bir dişli parçasıdır artık. Kendisini dişli parçası olarak gören asker
için öldürdüklerinin herhangi bir önemi yoktur. O sadece, Hiroşima’ya “Big Boy”
adını verdiği bombayı bırakan parmaktır ve kendisini uçağın pervanesinden
farklı görmez. Onun için de aşağıda ölenleri bir an için bile olsa düşünmez,
savaş bir bilgisayar oyunudur onun için.
Geride kalanlar için de hayat
kolay değildir. Jin-tae Lee’nin nişanlısı Young-shin Kim, ailenin tüm
sorumluluğunu almıştır ve onları doyurmak için Kuzey Kore’nin komünist toplantı
ve mitinglerine katılmak zorunda kalmıştır. Tabii bu esnada fişlenmiştir
Anti-Komünist sivil gruplar tarafından.
Jin-tae Lee, sağ yakaladığı ve
uğruna Yong-man’in ölmesine ses çıkarmadığı yüzbaşıyı yakalama olayından dolayı
madalyasına kavuşur. Aynı gün önce kardeşi, ardından da kendisi, ailesini
bulmak için şehre giderler. Young-shin Kim’i bulurlar ama tam da o sırada
kadın, Komünist olduğu gerekçesi ile tutuklanır. Jin-tae Lee artık savaşın en
büyük ikilemi ile karşı karşıyadır. Savaşta kimin nerede olacağı bilinemez. En
sevdiklerin, düşman tarafında görünebilir. Zavallı Young-shin’in yalvarmaları,
aç kaldıkları için o toplantılara gittiğini söylemesinin, onu yakalayanların
gözünde hiçbir önemi yoktur. İki kardeş Young-shin’i kurtaramazlar ve kadın
vurularak toplu mezarın içine atılır. Kardeşler de komünist oldukları
gerekçesiyle tutuklanırlar.
Jin-tae’nin hayatı tepetaklak
olmuştur. Bir gün önce şeref madalyası sahibi olan bir kahraman iken, bir
sonraki gün hain damgası yemiş bir tutsaktır. O, ısrarla kardeşini kurtarmak
ister. Komutan buna yanaşmaz hatta esirlerin yakılması için emir verir. Bir
anda bina tutuşur ve Jin-tae’nin elinden bir şey gelmez. Yanmış bir iskelete
rastlar ve kardeşinin kalemini yanında bulur. İnsanlığa ait son kalan parça da
yangında yok olup gitmiştir. Çıldırır. O sırada esir düşen komutanın kafasını
taşla eze eze öldürür. Korkunç bir gerçeklikle çekilen sahne insanın kanını
donduracak cinstendir. Jin-tae artık Kuzey Kore ordusunda birlik komutanıdır ve
önemli bir psikolojik harp unsuru olarak sahnededir. Komünist düşmanı olan adam
artık o ordunun kahramanıdır. Kahramanlıklar geçicidir. Savaş onları bile
olduğu yerde bırakmaz.
Jin-seok Lee bu kez ağabeyini
kurtarmanın ve geri döndürmenin peşindedir. Kuzey Kore cephesine kaçar ve onu
bulmak ister. Ancak ağabeyi onun öldüğüne o kadar emindir ki, çatışmada, canından
çok sevdiği kardeşini öldürmek ister. Habil ile Kabil bu kez sahnededir. Jin-tae
tamamen bir canavara ve ölüm meleğine dönüşmüştür. Metamorfoz yüzüne
yansımıştır adeta. Son anda kardeşini tanır, neredeyse öldürecektir. Ancak
kardeşi ile dönmeye yanaşmaz. Artık iki tarafın da askeri olamaz, her iki taraf
için de haindir. Savaşın başındaki masum ayakkabı boyacısı, savaşın sonunda
arafta kalmış bir haindir artık. Kardeşini zorla gönderir ve kaçması için
silahını Kuzey Korelilere çevirir. Son kahramanlığı, ölümüne sebep olacaktır.
Arafta kalmış zavallı Çavuş Lee’dir o.
Ben açıkçası bu filmden çok
etkilendim. Filmin çekim kalitesi ve oyunculuklarının yanında, filmin felsefesi
ve kardeş kavgasına yönelik felsefi duruşu beni çok etkiledi. Sonlarda
gerçekten de gözyaşlarımı tutamadım. Herkese çok şiddetle tavsiye ederken,
bizim penceremizden de bakmalarını dilerim.
02.11.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder