İstanbul’da
çekilen ve Liam Neeson’un başrolünü oynadığı “Taken“adlı filmin ikincisi,
sosyal medyada ve ardından İnternet Medyası’nda oldukça ilgi çekti ve gürültü
koparttı. Tartışmaların odağında, filmin Türkiye’yi kötü tanıttığı, İstanbul’un
kenar mahallelerini çektiği, polis arabalarının Murat-131 olduğu, Türkiye’nin
imajını uluslararası mecrada olumsuz etkilediği konusunda tartışmalar vardı.
Buna karşılık filmin yapımcıları da doğal olarak, filmin bir Türkiye tanıtımı
olmadığını belirtiyorlar ve kendilerini bu şekilde savunuyorlardı. Serinin
birinci filmini izledim ve bu konudaki görüşlerimi www.izgoren.com ‘daki sayfamda yazdım,
yakında yayınlanacak “Sinemada Klişeler ve Milli Kompkekslerimiz” adı ile.
Fakat film öyle çok merakımı çekti ki, ikincisini de buldum ve sinema çekimi de olsa izledim.
Film hakkındaki izlenimlerimi de buradan paylaşmak istedim.
Filmin
birincisinde, emekli bir FBI ajanı olan Liam Neeson’un Fransa’ya tatile giden
kızı, Arnavut mafyası tarafından kaçırılır. Bunun üzerine baba kızını kurtarmak
üzere Paris’e gider ve mesleki yeteneklerini de kullanarak, mafyanın da
neredeyse tamamını öldürerek kızını kurtarır.
İkincisi,
birincinin devamı niteliğinde. Arnavut mafyasının “Godfather”i, evlatlarının
ölümüne çok öfkelenir ve mezarları başında intikam yemini eder. Tesadüfen bir
iş için İstanbul’a gelen Liam Neeson ile birlikte kızı ve eski eşini de beraberinde
getirir. Daha doğrusu onlar Liam’a bir süpriz yaparlar. Burada Arnavutlar
tarafından kaçırılırlar ve eski bir handa alıkonurlar. Liam (Bryan), mafyaya
yakalanmamayı başaran kızını yönlendirir ve bir şekilde kurtulmayı başarırlar.
Tabii bütün mafyayı istemeden öldürmek zorunda kalır.
Öncelikle,
film birincisine kıyasla daha vasat. Ben açıkçası birincisindeki kadar
heyecanlanmadım ya da ilgimi çekmedi. Öte yandan, ilk filmde bana göre Paris
çok daha kötü gösterilmişti. İstanbul sahnelerinin o kadar kötü çekildiğini
düşünmüyorum.
İstanbul
sahnesi doğal olarak Sultan Ahmet Camisinin silüeti ile başlıyor. Bu yabancı
menşeli filmlerde bir klişe. Paris çekilirken nasıl ki Eiffel Kulesi gösteriliyor
ve seyirciye filmin Paris’te geçtiğini gösteriyorsa, İstanbul’un da klişe
görüntüsü bu cami ve Boğaz manzarası. İlk sahnelerden birinde otelin
penceresinden bakıyorlar ve muhteşem bir Boğaz manzarası görünüyor. Hepsi
hayran oluyor.
Türkiye
sınır kapısı sahnesi var ki, bu bir fecaat. Arnavutluk tarafından gelen kapı
olduğu için sanırım (belki de sınır komşusu olduğumuzu sanıyorlar ya da
Bulgaristan sınır kapısı olarak kabul etmişler) ormanın içinde küçücük bir
kulübe ve dandik bir bariyer olarak göstermişler. Adamlar arabadan bile inmeden
pasaport gösterip geçiyorlar. Burası biraz manasız olmuş.
Liam,
kızı ile Boğaz’da bir tekne turu yapıyor ve orada kızına buranın Asya ile
Avrupa’yı ayırdığını anlatıyor. İstanbul hakkında son derece olumlu şeyler
anlatıyor. Bu esnada son derece hoş bir havai fişek gösterisi başlıyor ve güzel
manzaralar sahneye geliyor.
Filmin
geneli Mahmutpaşa, Kapalıçarşı, Aksaray, eski işhanları civarında geçiyor.
Mantıklı alanlar da bunlar zaten. Mafyanın aileyi kaçırıp Nişantaşı’na
getirmesi saçma olurdu zaten. Fakat filmde enteresan bir konu var: Film baştan
sona Türk Bayrağı gösteriyor. Hatta belli bir bölümünde Neeson, yerini kızına
tarif etmek için şehir içerisinde
gönderlere çekilmiş bayrakları gösteriyor. Bu bizim, Türk filmlerinde bile çok
alışkın olmadığımız bir durum. Türkiye’nin tanıtımını daha nasıl yapsın adam,
öyle bir görevi olmasa da. Kaldı ki, açıkçası “Laleli’de Bir Azize”, “Gemide”,
“Barda” gibi filmler, çok da sevimli İstanbul manzaraları sunmuyorlar. Onları dikkate almadan, bu filme çok gereksiz
yüklenmemek gerek bence.
Filmin
bir çok yerinde nargile içen adamlar ve nargile dükkanları var. Birkaç yerde de
çarşaflı kadın görüntüleri var. Genel İstanbul silüetine bakarak, bu
görüntülerin oranı çok fazla değil.
Liam
ve eski karısının kaçırıldığı sahnede başlarına çuval geçiriliyor. Bizim
askerlerimizin başına çuval geçirilmesi ile ilgili bir metafor var mı diye
düşünmedim değil.
Arnavut
mafya babasını İtalyan örneklerine benzetme çabası hissettim: “You slaughtered
sons, fathers, husbands” cümlesi boğuk bir sesle bu havayı veriyor. Bu arada
hep eski balina kasa mercedeslerle dolaşıyorlar.
Kızına
kendi yerini tespit ettirme yöntemi ilginç: Kız babasının el bombalarını alıyor
ve babasının at dediği yerde atıyor. Babası o bombaları nasıl geçirmiş
havaalanından, neden geçirmiş, tartışılır. Birini hatta otel odasının camından,
yan binanın çatısına atıyor. Bir araç patlıyor o esnada. Liam da patlama
sesinin kendisine ulaşma zamanını sesin hızını hesaplayarak kullanıyor. Elde
ettiği değerleri kızına bildiriyor ve kabaca harita üzerinde yerini tespit
ettiriyor. Dışarıda da iki üç bomba atıyor kız. Kapalıçarşı’nın çatılarında
koşuşturma devam ediyor.
En
çok tepki alan sahne, Murat-131 model polis arabaları. Bunları seçmelerinin
sebebi bir defa ucuz olması, ikincisi de sanırım sanat yönetmeninin bu
araçların Türkiye klişesi olarak mantıklı olduğunu düşünmesi. Ama bu araçlar
bildiğim kadarıyla hiç polis aracı olmadı. Onların yerine ikinci el Hyundai
araçlar seçselerdi, hem bu kadar sırıtmayacaktı, hem de yine ucuz olacaktı.
Sonuçta bu bir Hollywood filmi ve paranın bu denli ön planda olması bana da
saçma geldi. Bunun tanıtım anlamında olumlu ya da olumsuz bir şey ifade
edeceğini düşünmüyorum ama son derece sakil bir görüntü olmuş.
Amerikan
elçiliğine son sürat dalıyorlar, yani çaldıkları taksi ile gerçekten dalıyorlar
ve askerler de şehir içinde olmasına rağmen uçaksavarla onlara ateş ediyorlar.
Daha ne kadar uçabiliriz ki? Gözünü seveyim Cüneyt Baba. Üstelik peşlerindeki
araçları ekarte ettikleri ve daha fazla kovalanmadıkları halde.
Son
bir klişe kaygısı ile yapılan Türk hamamında kavga sahnesinin ardından film
mutlu sonla bitiyor.
Ben
beğenmedim, sıkıldım ve çok saçma geldi. İlk filmin üzerine biraz zorlama bir
hikaye ve zayıf oyunculuklar filmin sonunu getirmiş. İyi bir film olmaktan çok
uzak. Diğer yandan film, Türkiye’yi hiçbir şekilde kötülemiyor, aksine bir çok
anlamda övdüğü ve böyle bir görevi olmamasına rağmen olumlu yönde tanıttığı
söylenebilir. Demek ki buradan ne mesaj çıkarıyoruz? Sosyal medyanın gazına gelme, üşenme, otur adam gibi filmini izle.
İyi
seyirler.