Geçtiğimiz
günlerde gazetelerin internet sayfalarında yer doldurmak için sık sık
paylaşılan bir habere tıklayınca aklıma geldi. Bizimkiler dizisi, birkaç ayda
bir bu internet sitelerinde haber olur: “Bizimkiler dizisinin oyuncuları şimdi ne
yapıyor?” “Bizimkiler dizisinin filanca oyuncusu hayatını kaybetti” diye. Tıpkı
Hababam Sınıfı filmi gibi. Yine benzer bir haber ve fotoğraf beni çocukluğuma
ve ergenlik yıllarıma götürüverdi. Anne Nazan ile kızı Bilge yıllar sonra aynı
karede.
Küçük bir araştırma ile aralarındaki yaş farkının sadece 10 olduğunu seneler
sonra öğrendim ve bu benim hiç dikkatimi çekmemişti. Anne öylesine iyi bir anne
ve kız da bir kız evlat, her evdeki gibi. Sonra ilk bölümünü izleyebilir miyim
diye video sitesini araştırınca, video kasetten indirilmiş çok bozuk
görüntülerle ilk bölüme ulaştım. Tren yolculuğu ile Almanya’dan Türkiye’ye
dönen bir aile. Heyecanla Haydarpaşa’da bekleyenler. İlk bölümü yayınlandığında
izlediğimi çok iyi hatırlıyorum. Tam da hatırladığım gibi. İnsanı gülümseten
sade ama içten diyaloglar.
Bizimkiler
dizisini Umur Bugay ve ekibi kaleme alıyor. Umur Bugay kim, 1976 yapımı “Kapıcılar
Kralı” filminin senaristi. Kapıcı Cafer de o filmdeki Kemal Sunal’ın
canlandırdığı Seyit aslında. Tutmuş bir ekibin iyi bir uyarlaması. 13 yıl
boyunca yayınlanmış Türk televizyon tarihinin en uzun soluklu yapımı. Benim
kuşağım, öncesi ve kısmen benden sonrasının aklında mutlaka çok sağlam yeri
olan bir dizi.
Çocukluğumda
dizinin neden aklımda kaldığını çok iyi hatırlıyorum. Şükrü ile Şevket
karakterlerini babamla amcama çok benzetirlerdi de ondan. "Şükrü, patlatacağım şimdi enseni!" Tıpkı onlar gibi
babamlar da sık sık tartışırlar, bazen ciddi ciddi yükselirler, ama
birbirlerine hiç kıyamazlardı. Asla birbirlerinden vazgeçmezlerdi. Sonra fark
ettim ki aslında bu geniş kadronun içinde herkesin ailesinden ya da çevresinden
bir karakter, bir esinti ya da bir parça vardı. Emekli apartman yöneticiliği yapan
asker karakteri ne kadar bilindik bir şahsiyet. İkinciye evlenen Halil
pazarlamanın karısı ile çocukları arasında denge kurmak için var gücüyle
uğraşması. “Ben kimin için çalışıyorum iblis, güzel konuşun annenizle!” "O kadın nereden bizim annemiz oluyormuş baba?" Taşradan
İstanbul’a göç etmiş ve tutunmaya çalışan bir apartman dolusu insan. 465 bölüm
boyuna hiç sıkmadan. Nasıl bir toplumsal tahlil, nasıl bir oyuncu kadrosu
seçimi. Ağızlarda hiç de eğreti durmayan sloganik cümleler. “Şimdi tutturuyorum zaptı!”
Dizide herkes bir
diğeri hakkında dedikodu yapıyor aslında. Ama kimse bunu hissettirmiyor. Bunların
arasında bir tek dürüst karakter var bu açıdan, “Maşuk”, yani papağan. Söylenenlerin
hepsini duyuyor ve en söylenmemesi gereken yerde söyleyiveriyor. “Babacığım çatlak, çatlak!” Bu yüzden kimse
sevmiyor papağanı, sen sus, büyükler konuşuyor burada diye. Sürekli olarak bir
çocuk muamelesi. Dürüstlük ne kadar çocukça görünüyor. Ve bir de Cemil elbette,
biracı Cemil. Kitabın ortasından konuşan, bir pencereden ibaret dünyasında her
şeyin farkında olan ve hiç çekinmeden konuşan bir anti-kahraman. “Ben kimseden korkmam, benim adım Cemil!” "Cemil, sayın ağabeyim".
Dizinin en kötü
karakteri “Katil” Aykut Oray. Neden katil dendiğini bilen yok, dizinin en
başında bir Türki Cumhuriyet’te hapiste yatıp çıktığını bildiğimiz bir
kabzımal. Ama cinayetten yatmadığı kesin. Kötü adam ama yaptığı en kötü şey
apartmanın plastik çöp bidonlarına arabası ile çarpmak her seferinde. Horozuna sevdalı,
bitirim, hak yedirtmeyen bir kahraman aslında. “Demokrasilerde çareler tükenmez
komşum”. Bir o dönemin kötü adamına bakıyorum, haydi Yönetici Sabri de bu
kapsama alınsın, bir de günümüz dizilerinin kötü adamlarına bakalım. Köylerde çekilen
dizilerde bile binbir çeşit melanet, entrika, şiddet, suç cenderesi. İnsanın midesini
bulandıran ilişkiler. Oysa “Bizimkiler” dizisinde hiçbir kadına el kalkmadı,
hiç şiddete uğramadı karakterler. En şiddetli sahnelerden biri, Cafer”in
limonata satmasına izin vermediği için Katil’in Sabri’ye tehditle bardak bardak
limonata içirmesi. Sabri’nin ikisini
mahkemeye vermesi bu gülünç suçtan. Cafer’in korkusu ve arayı düzeltme
çabaları. Oysa şimdi tecavüz, şiddet, katliam, gırla gidiyor dizilerde. Gitmesine
gidiyor da, toplum da aynı kalmıyor ki? Palu ailesi vahşeti daha yeni patlamış,
cinayetler, işkenceler, tecavüzler. Oysa bu insanlar, toplumun marjinal değil
sıradan insanları. Bunlar da taşradan gelmiş ve İstanbul’da hayatta kalmaya
çalışan Anadolu insanları. Cem Yılmaz’ın dediği gibi, “Hani biz marjinaldik?”
Oysa ne kolay çözülürmüş eskiden işler: “Ayıptır komşum, insan komşusunu
mahkemeye verir mi?”
O dönemin düzenlemelerinde
bir problem olmadığı için karakterler akşamları iki kadeh parlatıyor sık sık.
Baba emekli hakim Hüsnü Bey, oğulları ile bir araya geldiğinde mutlaka rakı
içiliyor ve keyfe gelince hem söylüyor, hem oynuyor “Odalarında kuru da meşe
yanıyor efem”. Oysa şimdi televizyon üzerinde sıkı denetim var. Alkol içmek,
göstermek, ima etmek hatta ismini söylemek yasak. Sigara da keza öyle. Varsa bile
blurlanıyor ve gösterilmiyor. Küfür bir yana kötü sözler bile makaslanıyor. Ama
bir şey size tuhaf gelmiyor mu? O içki ve sigaranın serbest olduğu dizide
herkes ne kadar nazik ve düşünceli. En küçük bir suç yok, çok zorlasan Cafer’in
limonatayı çeşme suyuyla yapması söylenebilir. Bir de şimdiki sınırlı dizilere
bakın. Her şey ne kadar ayan beyan, çirkin, bayağı, avam. Pek çok sahnede
çocukların gözlerini kapatıyoruz. Oysa aynı kuşakta yayınlanan Bizimkiler dizisinde
çocukların görmemesi gereken hiçbir sahne yok.
“Sevim koş, Katil gidiyor!” “Katil gidiyor sayın abim, var mı kardeşine
bir emrin?”
Bizimkiler dizisi,
özlemini çektiğimiz bir apartmanın fotoğrafıdır aslında.
“Vatandaşa cart
curt yok!”
“Aynen abicim,
tak!”
Aramızdan göçen
tüm Bizimkiler dizisi oyuncularını rahmetle ve sevgiyle anıyorum.